Carnegie Endowment for International Peace

Türkiye’nin Yüzyılına Bir Bakış – Carnegie Uluslararası Barış Enstitüsü

Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim’de cumhuriyetin yüzüncü yılını büyük bir coşkuyla kutladı. Mustafa Kemal Atatürk’ün, endüstrileşmiş Batı ülkelerine örnek olan modern, laik bir ulus-devlet kurma reformları uzun süre ülkenin kimliğini şekillendirmiştir. Ancak son yirmi yıl içinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve sosyal olarak muhafazakar Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Türkiye’nin kendi kimliğini, derin köklü dini geleneklere odaklanan ve geçmişten kopup giden bir kimlik olarak dönüştürmüştür. Savunucusu olduğu medeniyet tartışması, Türkiye’yi daha çok, ülkenin Osmanlı geçmişinin romantize edilmiş anlatısının yardımıyla İslam dünyasının lideri olarak görmektedir. Alper Coşkun

Türkiye’nin ikinci yüzyılın şafağında, Türk Cumhuriyeti, bir yol ayrımında buluyor kendisini. Bu kimlik onun uluslararası bir aktör ve bölgesel bir güç olarak gelecekteki rolü için ciddi sonuçları olan derin toplumsal bölünmelerle karşı karşıya. İçinde bulunduğu yolu seçmesi, özellikle dış politika, demokratik standartlar ve ekonomi politikası alanlarında geniş kapsamlı sonuçlar doğuracaktır. Bu belirsizliğin ortasında Türkiye, yerleşik Batı ile olan ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatmaya hazırlanırken, dış politikası da hızla değişmektedir. Sinan Ülgen

Türkiye her zaman iki kıtayı kesişim noktasında kilit aktör olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun İkinci Dünya Savaşı’ndan Türkiye olarak sıyrılmasıyla tarihi bir mirasla yüklü olan ve birçok komşu ülkeyle ve fırsat ve zorluklarla dolu olan karmaşık bir tarihi mirası omuzlamıştır. Türk Cumhuriyeti, politika ve güvenlik alanlarında NATO, Avrupa Konseyi ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı gibi Batı öncülüğünde kurumlarının üyeliğini elde etmiştir. AB üyeliğini de hedeflemiştir. Ancak, Washington’un 1964 Kıbrıs krizinin zirvesinde Ankara’ya, Kıbrıs’taki müdahalesinin olası ikili ve bölgesel sonuçları konusunda uyarıda bulunduğu, NATO müttefiki Türkiye’ye silah ambargosu uyguladığı, 1974’teki silahlı müdahalesinden sonra Washington’un silah ambargosu uyguladığı yıllar olmuştur. Avrupa ile ilişkiler de zorlu olmuş, Türkiye, AB’ye katılım konusundaki hedeflerine uzak düşmüştür. Getty Images

Ancak yaşanan engellere rağmen, Türk dış politika elitleri, bu yöne yönelişi sorgulamamışlardır. Kemalist nesil, Türkiye’nin Atatürk’ün idealini gerçekleştirmek için, Batı uluslar topluluğu içindeki haklı yerini kazanmasının gerektiğine inanmıştır. Ve 2002 yılında Erdoğan ve AKP iktidara geldiğinde, bu anlayış değişmiştir. Onlar ülkenin tarihi misyonuna farklı bir yorum getirmiş, Türkiye’nin, oraya gitme konusundaki ısrarlı takibinin, ülkenin ilerleyişini engellediğine inanmışlardır. Onlar, yeni bir stratejik özerklik kavramını kavramlaştırmış ve uygulamış, Türkiye’nin yerini bulamayan bir Batı’yı kabullenmeyeceğini, ülkenin gururlu bir İslam ve Osmanlı geçmişinin mirasçısı olduğunu ve modern Türkiye için farklı bir rol oynadığını düşünmüşlerdir. Getty Images

Son on yılda Ankara’nın izlediği dış ve iç politika etkileşimi, gerçek bir kopuşun görünümünü pekiştirmektedir. Bu durum, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin temel kararlarını uygulamada başarısızlığı nedeniyle Avrupa Konseyi’nin izleme süreci altında olmasına, 2017’de ABD’nin Türkiye’ye yönelik yaptırımları tetikleyen Rusya’dan stratejik bir silah sistemi satın almasına ve AB ile yaptığı katılım görüşmelerinin Kıbrıs ve Yunanistan ile bölgesel anlaşmazlıklar ve demokratik standartların erozyonu nedeniyle sert bir duruşa gelmesine neden olmuştur. Batı, bu stratejik ve tarihi başarısızlıktan sorumludur. Suriye’de PKK’ya bağlı YPG’ye süregelen ABD desteğini kabul etmenin popüler algısını büyük ölçüde zayıflatmıştır. Daha da kötüsü, AB’nin, daimi politik bölünmesiyle 2004’te üye olmasını kabul etmesine rağmen Türkiye’nin üyelik yeterliliğine açıkça meydan okuyan eski Fransız Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy, 2004’te Türkiye’nin AB üyeliği için ön koşulları kabul ettikten sadece iki yıl sonra Türkiye’nin meşruiyetini ciddi şekilde sorgulamıştır. Karşılaşılan bu durumda Türkiye ve Batı arasındaki gelecekteki ilişkinin gerçek doğası, üç ilişkili dinamiğe göre belirlenecektir: Ankara’nın giderek artan demokrasi ve hukuk devleti eksikliklerini giderme politikası, ana ekonomik, ticari ve teknoloji ortakları olan ekonomik hizalanmasının başarısı ve uzun vadeli jeopolitik zorluklarla birlikte ele almak için ortak ve kalıcı bir vizyonun ortaya çıkması.

Türkiye’nin demokratik normları, ülke AB katılım müzakerelerine hazırlanırken zirvesine ulaşmıştır. 2004 yılında Ankara, Başkentlerin AB görüşmelerine yeşil ışık yakmak için Kopenhag kriterlerini yeterince yerine getirmiştir. Ancak görüşmeler sürdükçe, siyasi reform dinamikleri giderek zayıflatılmıştır. Demokratik gerileme, 2017’de seçmenlerin gerçek denetim ve denge olmayan aşırı merkezileşmiş bir yönetim sistemini yaratan anayasa değişikliğini onaylamalarından sonra hızlanmıştır. Türkiye’nin hükümet yapısı, yeni yürütme başkanlık sistemi altında aşırı politikleşmiş, profesyonel sorumlulukları politik sadakat üzerine önceliklendirebilir hale gelmiştir. Getty Images

Türkiye’nin ilk yüzyılının sonunda, Türk politika liderlerinin karşılaştığı temel zorluklardan biri, ekonomik büyümeyi artırarak düşük ekonomik verimliliğin üstesinden gelmek olacaktır. Bu sorun, yalnızca üretkenlik artırıcı ekonomik reformlar dizisiyle ele alınabilen bir paradokstur. Bu nedenle Türk politika liderlerinin, ekonomik, demokratik, hukukun üstünlüğü ve yolsuzluğun yok edilmesiyle ilgili temel eksikliklerini ele alabilmeleri çok önemlidir. Bu diplomatik zeminde, Türk ekonomisinin uzun vadeli trajetorisi, ülkenin liderliğinin gerekli reformlara inanılır bir şekilde bağlı kalıp kalmayacağına bağlı olacaktır.